- 25.07.2022
- (1)
“İdealim, insanın hiç pişmanlık duymadan, herkesin sevebileceği sosyal rejimdir” diye yazıyordu Rosa bir arkadaşına.
Rosa Lüksemburg’un mücadelesini saygıyla selamlıyorum. Böyle devrimci bir kişiliğe insanlık adına ancak teşekkür edilebilir.. Çok güzel bir düşüncesini yine sizlerle paylaşıyorum.. Devrimci yürekler adına!..
“Donmuş bir yaban arısı gibiyim. Hiç şimdiye kadar, sonbaharda, kışın habercisi olan o soğuk sonbaharda bu arılardan birini buldunuz mu bahçede?
Soğuktan uyuşmuş, otların üstüne ölü gibi sırt üstü devrilmiş, küçük ayakları içeriye kaçmış, küçük kürkü ile kaplanmış bir yaban arısı gördünüz mü? Güneş iyice ısıtacak ki, küçük ayaklar yavaş yavaş kımıldamaya başlasın, gevşeyip çözülsün. Ondan sonra küçük arı dönecek, vızıldayarak yavaş yavaş uçacak. Benim işim gücüm bu donmuş yaban arılarının önünde diz çöküp, nefesimle onları ısıtarak hayata döndürmekti" diye yazıyordu bir mektubunda Rosa Lüksemburg.
Uyuşmuş bir yaban arısının yaşama tutunabilmesi için nefesiyle onu ısıtacak bir insana gereksinmesi var. Bir arıyı sevmeden insanı sevemiyorsun. Yanaklarından süzülerek boynuna doğru inen gözyaşlarıdır seni insan yapan. Bir kadının çığlığına sessiz kalmamaktır. Ya da karşı çıkmaktır insanın çaresizliğine. İsyan etmektir sömürü düzenine.
İnsan yaptığıyla anılır. Tarihin dönemecinde bir insan gelir. Tarihe bir iz bırakır. O iz, tarihin tanıdığı en büyük devrimci kadın önderi belleğimize kazır. Hele o kadının devrimci militan kimliği aydın bir bakış açısıyla sarmalanmış ise, yaptıkları kadar yazdıklarıyla da anılır. Rosa Lüksemburg, tarihi yaparken tarih yazan bir devrimci militan önderdir.
"Bilimsel sosyalizm, tarihsel gelişmenin nesnel yasalarını bize öğretmiştir. İnsan kendi iradesiyle tarihini yapmaz, ama yine de tarihi yapar" diye yazıyordu Rosa Lüksemburg, Alman emperyalizminin zindanlarında yatarken ve gizlice dışarıya gönderdiği kitapçığında. Kitlelerin tarihi keyfi biçimde değil, ortam ve koşullara uygun olarak değiştirebileceğini ve tarihin öznesinin insan olduğunu vurguluyordu bu yazısında.
Birinci Emperyalist Dünya Savaşı başladığında, kendi burjuvazisinin saflarına katılmayan ve devrimci militan kimliğini koruyan az sayıda devrimciden biriydi Rosa. Bundan ötürü savaş yıllarında Alman emperyalizminin zindanlarında yatarak ödemiştir emperyalist savaşa karşı olmanın ve devrimci militan olarak kalmanın bedelini.
Tarih, "Yaşasın Komün!" sloganı atan ve federeler duvarında kurşuna dizilen komün savaşçılarını unutmadı. Ya da Rus çarının sonunu hazırlayan Rus kadın işçilerinin Petrograd sokaklarındaki eylemi belleğimizden silinmedi. Spartakistlerin Rosa Lüksemburg ile Karl Liebknecht önderliğinde kalkıştıkları Alman devrimi ise, gözlerimizi hâlâ kamaştırıyor.
İlk devrimci taş aleti bulan insandı. İkincisi insanı ateşle buluşturan. Son devrimci, insanı kapitalist eski dünyanın çürümüşlüğünden kurtaran kitlelere önderlik edecek.
"Hep olağanüstü güzel ve durmadan yer değiştiren bulutları seyrediyorum. Kendimi şu küçük gelin böceğinden daha önemli görmüyorum. Yüreğim ufacık olma duygusu ile dolup taşarken, kendimi sözle anlatılamaz biçimde mutlu hissediyorum." diyordu Rosa Lüksemburg.
Hayvanlar dünyasından ayrılarak dünyaya egemen olmamız mı bizi üstün kılan? Bir gelin böceğinden daha mı önemli görüyorsunuz kendinizi? Bir düşünün derim...
Dünyada her şey bir insanın kendini bir gelin böceğinden üstün görmemesiyle başlayacak. Bir insanın uyuşmuş bir yaban arısını yaşama döndürmesiyle sürecek. Dünyanın bir köşesinde, belki de Türkiye'de işçi sınıfının dünyayı değiştirmesiyle ilerleyecek.
"İdealim, insanın hiç pişmanlık duymadan, herkesin sevebileceği sosyal rejimdir" diye yazıyordu Rosa bir arkadaşına.
Neden olmasın?
Yorum Yap