Geçtiğimiz gün bir film izledim..
Filmde; Nazi istilası tehdidi giderek yaklaşırken, göreve yeni getirilen Britanya Başbakanı Winston Churchill’in mücadelesi anlatılıyordu.
Parlamento Almanlar’a teslim olma taraftarıyken, Churchill savaşıp, mücadele etmek istiyordu. Karar günü geldiğinde, en yakınında duranlar bile artık parlamentodakiler gibi düşünmeye başlamıştı.
İşte tam da karar verecekleri gün, Churchill makam aracıyla parlamentoya giderken, birden arabadan indi ve şoförü müdahale edemeden metro istasyonuna inerek, gözden kayboldu.
Daha önce hiç metroya binmediği için, küçük bir çocuğa biletin nereden ve nasıl alınacağını sordu, ardından biletini aldıktan sonra metroya bindi.
*
Churchill’i orada görenler gözlerine inanamadı..
O da şöyle bir vatandaşlarına bakıp “Ne var? Niye bakıyorsunuz? Daha önce hiç metroya binen Başbakan görmediniz mi?” diye sordu..
Gülüşmelerden hemen sonra vatandaşlarıyla sohbete etmeye başladı.. O gün parlamentoda alacakları hayati kararla ilgili ne düşündüklerini sordu..
O vagonda bulunan herkes tek tek, sonunda ölüm bile olsa asla teslim olmak istemediklerini, söylediler..
En son söz küçük bir kız çocuğuna kaldı.. Küçük kız da son noktayı koydu; “Asla!..”
Churchill, hepsinin birer birer isimlerini aldı.. Sonra parlamentoya giderek orada bir konuşma yaptı..
Dedi ki; “Bakın arkadaşlar, siz burada ahkam kesip duruyorsunuz ama vatandaşlar sizin gibi düşünmüyor..”
Sonra metrodaki insanların isimlerini tek tek kürsüden okuyarak, vatandaşların ölümüne de olsa asla teslim olmayı düşünmediklerini anlattı.. Ve konuşmanın sonunda, parlamentodan vatandaşın isteği çıktı..
**
Şimdi, bunu neden anlattım, değerli okurlarım az-çok tahmin etmiştir..
**
Benim sözüm idarecilerimize..
Sevgili idareciler;
Sizlerin yukarıda aldığınız kararlar vatandaş tarafından kabul görmüyorsa, bir sıkıntı var demektir..
Ya danışmanlarınız veya ekibiniz size bu kararların yanlış olduğunu söylemeye çekiniyor, ya onlar da halk arasına gerektiği gibi inemiyorlar, ya da siz inatla, “En iyisini biz biliriz, biz yaparız olur, biter” diyorsunuz..
**
Halkımız adına en iyisini yapmak için önce onları anlayacaksınız..
Onları anlamak için de, aralarına karışacaksınız..
Korumasız, şoförsüz, müdürsüz, danışmansız çıkacaksınız sokağa..
Kimse tanımayacak sizi..
Yani anlayacağınız; tebdil-i kıyafetle..
İşte şimdi tam da bunu yapmanın zamanı aslında..
Takacaksınız bir şapka, çarşının en kör noktalarına girip bir çorba içeceksiniz..
Bir çay ocağında, vatandaşlarla oturup sohbet edeceksiniz..
Gideceksiniz bir bilet satış noktasına, bir bilet alıp, sabah iş vaktinde veya akşam dönüşünde, kalıcı konutlardan Düzce’ye ya da Düzce’den Kalıcı Konutlara bir otobüs seferi yapacaksınız..
Mesela, yabancı bir numaradan arayacaksınız emniyeti-belediyeyi, kaldırım işgallerini şikayet edeceksiniz.. Bakalım ne şekilde bir sonuç alacaksınız?
Çöpler toplanıyor mu, kaldırımlar yıkanıyor mu, bakacaksınız..
Kesilen ağaçlar gerçekten hastalıklı mıydı, göreceksiniz..
Yaptığınız bu son zamlarla ilgili vatandaş ne düşünüyor, esnaf ne durumda, anlamaya çalışacaksınız..
Hani; bizler yazıyoruz-çiziyoruz inanmıyorsunuz ya, vatandaşın sabrı nereye kadar gelmiş, kendi gözlerinizle göreceksiniz.
**
Tüm bunları görüp, duyup, yaşadıktan sonra yine de, “dediğim dedik, çaldığım düdük” diyorsanız, orasını da siz bilirsiniz tabi..
**
Öte yandan, hani Churchill vatandaşlarına, “Daha önce hiç metroya binen Başbakan görmediniz mi?” diye sormuş ya, şimdi ben de dönüp okurlarıma sormak istiyorum;
“Hani Başbakandan, Bakanlardan falan vazgeçtim, siz en son ne zaman belediye otobüsüne binen bir Belediye Başkanı gördünüz?”